20 Mart 2016 Pazar

NEDEN SAĞ? MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

Sağ ve sağcı kelimelerinin batı dünyasında siyasî mânâda kullanılması 1789 Fransız ihtilâlinden sonra 1.Cumhuriyet Meclisi zamanında başlamış sayılır. 1.Cumhuriyet Meclisinde,kürsüye göre,sağ taraftaki sıralara ihtilâle karşı bilinen kralcı aristokratlar ve kilise temsilcileri;sol taraftaki sıralara da ihtilâli yapan liberal burjuva sınıfının temsilcilerine de solcu denilmeye başlandı.
       Nitekim kralcıların meclisteki sayıları azalıp,burjuvalarla sosyalistlerin siyaset mücadelesi başlayınca, bu defa,burjuvalara sağcı, sosyalistlere ve komünistlere de solcu dendi.
     Sözlük anlamlarına bakacak olursak,sağ kelimesinin İngilizce Redhouse sözlüğünde; doğru, düz, müstakim, haklı, adil insaflı, uygun, sağlam gibi anlamlara gelmektedir.
    Webster sözlüğünde ise şunları okuyoruz:Sağ; doğru, adil,kanuna uygun,faziletli,dürüst,münasip, müreccah.Sağcı ise;politikada muhafazakâr veya reaksiyoner anlamına gelmektedir.
     İşte bu sebepten dolayıdır ki,sağ kelimesinin temsil ettiği büyük mânâdan dolayıdır ki Sağ tarafı seçmiş bulunmaktayız.
          MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
  Milliyetçilik, millet adını verdiğimiz içtimaî birliklerin meydana çıktığı tarihten itibaren değilse bile,millet kelimesinin kullanılmaya başlandığı 1789 Fransız ihtilâlinden günümüze kadar ki zaman diliminde sürekli bir tarzda,suçlanmış keza bir o kadar da övülmüştür.
     Milliyetçiliğin suçlanmasının altında yatan sebep olarak,radikal milliyetçilik sevdasıyla Habeşistan'a işgal hareketi başlatan, milliyetçiliği vatandaşlık esasına bağlayan,muhterem(!)İtalyan düçesi Benito Mussolinidir.
   Keza,Almanların kötü gidişatını;yahudi çingene v.s. kesimlere yükleyen ve arî ırk, üstün ırk görüşüyle kan esasına dayanan nazist bir rejim kurarak insanları katleden,Şansölye(!)Bay Adolf Hitler yüzünden bu hareket hak etmediği darbelerin ve ithamların hedefi olmuştur.
  Türk milliyetçiliğine gelecek olursak;faşist, nazist,falanjist rejimlerden uzak sadece Türk milletinin hür yaşama hakkının korunması gayesini,mazi ve âtide Türk milletinin yükselmesini, bilimde teknikte ilerlemesini,kültürün yaşatılmasını ödev sayan bir olgudur.
   Büyük Türk milliyetçilerinin tanımlarıyla yazımı bitirmek gayesindeyim.
   Alparslan Türkeş'e göre: Türk milletine duyulan derin sevgi ve inançtan kuvvet alan bir duygu ve bir şuur halidir.Türk milletinin hür ve bağımsız olarak yaşamasını gaye edinen bir harekettir.
    Hüseyin Nihal Atsız'a göre: Milliyetçilik,yalnızca vatandaşlık şuurundan ibaret değildir. Milliyetçilik siyasî sınırların dışında kalan soydaşları da kavrayan bir şuurdur.
   Erol Güngör'e göre: Milliyetçilik bir memleketteki millî kültüre dayanır. Halbuki Türkiye'de batılılaşma hareketleri sonunda münevver (okumuş) tabaka Türk kültürüne büyük ölçüde yabancı kalmış,hakiki bir kültür yaratarak bu milletin bütün tabakalarına yaymayı da başaramamıştır.Tarih içinde gelişen Türk millî kültürünü daha çok halk kitleleri muhafaza etmiş bulunuyorlar.Şu halde milli kültürün modern imkanlarda geliştirilmesi olan milliyetçilik,ister istemez halk içinde yaşamakta olan temel kültür unsurlarına dayanmak zorundadır.
  Ahmed Arvasi'ye göre: Milliyetçilik, bir milletin kendini ekonomik,kültürel, sosyal,politik yönden güçlendirmesi ve başka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meşru hak ve şuurdur.
  Sonuç olarak; Türk milliyetçileri,Türk milletini her alanda topyekûn yükseltmeyi gaye edinmiş ve bu mukaddes hareketi benimsemeyen kişi ve grupların saldırısına uğramış, kötü propagandalara hedef olmuştur.
   Lâkin bilindiği gibi dava yolları güllük gülistanlık  değildir.Ayağını sevenlerin bu mukaddes davada yerleri yoktur.
         Kaynakça:Galip Erdem Sağcılık ve Faşizm\otuken neşriyat
www.turkcuyorum.com\Erol Güngör'ün Türk Milliyetçiliği
aydinocagi.org\turk-islam ülküsü
Devamını Oku »

12 Aralık 2015 Cumartesi

"İslâm Rönesansının Ortaçağ Avrupasına Dönüşmesi Ve Avrupanın Rönesans Yolunda İlerlemesi Üzerine"

Açıkçası şöyle belirtmek gerekirse,avrupanın ortaçağı,islamiyetin refah ve bilimde doruk noktasına erdiğini söylemek kanımca yanlış bir kaide olmaz.Çünkü,Avrupa ne yapmış o zaman? Kilisenin boyunduruğunda bilim üretememiş,üretenler de giyotinlerde veyahut yakılarak öldürülmüşlerdir.Ve bunlara binaen akılcılık durma noktasına gelmiştir.
       İslamiyette ise o zamanlar da rönesans dönemi yaşanıyordu,Antik Yunan eserleri çevrilerek üzerlerine bilgi katılarak ilerliyordu.
            Peki ne oldu?Bunun cevabı basittir.İnsanlar herşeyi düşünüp sorguladıklarını varsayıp fikir yürütmeyi ve düşünmeyi bırakma yolunda emin adımlarla ilerlediler.Ve inandıkları kitabın"Allah'ın kelamı" olan kitabın ilk ayeti olan oku lâfzını bertaraf ettiler.Meselâ Hazarfen Ahmet Çelebinin uçması hususunda şeyhülislam şöyle diyor:Allah uçmamızı isteseydi bizi kanatlı yaratırdı.Bu lâfız gülünçtür.Böyle bir ortamda bırakın bilim yapmayı fikir bile beyan edemezsiniz.
  Ve bu vukuu bulan hadiseler ortaçağa doğru  gidildiğinin bir beyanatıdır.Yanı Farabinin Gazalinin yaptıklarını yapamıyor ve düşünmek dahi istemiyoruz.Ya da düşündürülmek istemiyoruz.
        Avrupaya gelirsek  onların rönesansı reform gibi bir olguyla cereyan etmiştir.Bilim,sanat,mimari ilerlemiş ve üzerine tartışılmıştır. Hümanizmle insanlara daha çok değer verilmiştir. İncilin çevrilmesiyle kilisenin dini hegemonyasını kabul ettirmek için kullandığı ortaya çıkmıştır.
   Kısacası avrupa rönesans yolunda emin adımlarla ilerlemekte biz ise ısrarla gerilemekteyiz.
Artık düşünmemizin zamanı geldiğini söylüyorum.Artık bir dakikanın bile bir önemi olduğunu vurguluyorum 
Devamını Oku »

Tanrı ve Özgür İrade Çelişkisi

Tanrı ve Özgür İrade Çelişkisi


Bir Tanrının var olması özgür irade ile çelişir mi ?

Bu soruyu, gerek kendi düşüncelerim gerek alıntılarla cevaplamaya çalışacağım.

Öncelikle Tanrı kavramının her şeyi bildiğini varsayalım. Zaten İslam dininde Tanrının Subûti Sıfatlarına baktığımızda "İlim" sıfatını görüyoruz. Bu da Tanrının her şeyi bildiğini gösterir. Tanrı herşeyi biliyorsa onun bilgisinde bir değişme olmaz. Bilgisi artmaz veya azalmaz.

Tanrının bizi, evreni yaratmadan önce kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilir. Peki ama o zaman bizi neden yaratmıştır ? "Sınav" denilen şeyin amacı nedir ? Sonuçta zaten bizim ne yapacağımızı ne yapmayacağımızı bilmiyor mu ?

Teistik dinlerdeki cennet-cehennem varsayımından hareket edersek, Tanrıya inanan cennete; inanmayan cehenneme gider. Peki Tanrı daha bizi yaratmadan önce, ona inanıp inanmayacağımızı bilmiyor muydu ? Bizi dünyaya gönderip," size özgür irade veriyorum, yaptıklarınızdan ve yapmadıklarınızdan sorumlusunuz." demesinin amacı nedir? Biliyorum, hep soru sordum. Ama "Tanrı ve Özgür İrade" ilişkisinde cevaplanamamış, yada birçoğunun cevapladığım sandığı yanlış cevaplar hayli çoktur. Bu yüzden herkesin kendi ortaya çıkardığı cevabın, düşüncelerin önemi büyüktür.

Kurandan bir ayet paylaşmak istiyorum:



"Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır." Bakara 7


Bu ayette Allahın açıkça insanların sözde özgür iradelerine müdahale ettiği gözükmektedir. Şayet kalplerini mühürlememiş olsa belki onlar inanacaktı. Peki Allah hayatımızın her anına müdahale ediyorsa ? Yani aslında biz bir kukla isek, bize yazılan kaderi oynayan bir aktör isek. Özgür irade sadece bir yanılsama ise...

Şu kesindir ki, benim bu yazıyı ne zaman, nerede, nasıl yazacağımı daha evren olmadan, bizler yaratılmadan bilen bir Tanrı tasavvuru, özgür irade kavramıyla çelişmektedir. Eğer ben bu yazıyı bugün değil dün yazmış olsaydım, Tanrı yanılmış olurdu.


Şöyle ele alalım:

  • Benim Tanrıya inanmayışım ben olmadan önce biliniyordu.Bu nedenle bu kesin olarak gerçekleşecektir.
  • Ben doğduktan sonra, Tanrıya inanıp inanmamam özgür irademe bağlıdır.
  • Özgür irademle Tanrıyı ya inanırım yada inanmam.
  • Fakat daha ben olmadan tanrıya inanmayışımın gerçekleşeceği kesin olarak biliniyorsa, burda bir seçim şansım yoktur.
  • Ya özgür irade vardır yada Tanrı herşeyi bilmiyordur.
  • Tanrı herşeyi bildiği için özgür irade yoktur.
  • Bu nedenle beni cehenneme göndermesi, adaletle bağdaşmaz.
  • Dolayısıyla Tanrı düşüncesini reddetmek daha rasyoneldir.
Devamını Oku »

30 Kasım 2015 Pazartesi

"İlkellik Nedir?" Neye Göre ve Kime Göre İlkeliz veya İlkeller

"İlkellik nedir"neye ve kime göre ilkeliz veya ilkeller.Bu lâfızlar uzunca bir süreden beri tartışılagelen ve sorgulamadan vurulan yafta.Aslında ilkel olanlar ya da tabiri caizse ilkel dediğimiz insanlar çağın gereklerine uymayan çağı kendi hegemonyasına göre şekillendirmeye çalışmak olarak düşünülebilir bize göre,biz tarafından. Şöyle söylemek gerekirse savaş kavramı ilkellikle ilintili bir kavramdır. Çünkü barış birlik beraberlik varken insanlar hegemonyalarını kabul ettirmek için bu ilkel yola başvuruyorlar.Ve sözde ilkel vahşi olan topluluklardan biri olan kuzey Amerika yerlileri ilkel ve vahşi olarak nitelendiriliyor fakat bu bahsedilen topluluk savaşmayı bilmiyor öldürmeyi bilmiyor savaş şekilleri yaptıkları dans.Ve kendilerini medenî görenler bunlara "ilkel"(!)diyor.Bu gerçekten gülünçtür.Acaba çok merak ediyorum onlar mı ilkel yoksa biz mi?Onlar mı daha medenî yoksa biz mi?Bu sorunun cevabını varın siz verin.
Devamını Oku »

14 Kasım 2015 Cumartesi

Felsefi Düşüncenin Tanrısı: Thales

Thales

Bu bir giriş yazısı. Bu, insanın iç dünyasındaki kendisini prangalamış düşüncelerinin, güneşin doğuşunu ilk kez özgür haliyle izleyişinin başlangıcı. Bu özgür düşüncenin başlangıcı, bu yazı kendimi ifade edebilmemin başlangıcı.

 Tales' in görüşleri kimine göre doğru, kimine göre yanlış. Ama bir gerçek var ki; Tales' in belirttiği görüşler, kafa yorduğu konular, ilk insanlardan beri mutlak bir irade ortaya koyma içgüdüsünün yansısıdır. Felsefenin başlangıcı insanları sorgulamaya iten asıl güçün başlangıcıdır. 

Felsefenin ve bilimin ortak yönlerinden biri olan dinin dogmatiğine bağlı kalmamak, kuşkuculuğun asıl ilkesidir.

Devamını Oku »